Sayfalar

10 Aralık 2017 Pazar

İbrahim Dağaşan Röportajı

Türk futbolunun tecrübeli isimlerinden İbrahim Dağaşan, lise dergimizin ilk sayısında röportaj konuğumuz oldu. Sorularımızı samimiyetle cevapladığı için kendisine teşekkür ederiz.

Öncelikle İbrahim Dağaşan kimdir, kısaca bahsedebilir misiniz ?
1984 doğumluyum. Ailemle birlike 17 sene boyunca Fransa’da yaşadım.17 yaşımdan sonra 2 tane seçeneğim vardı. Ya okula orada devam etmek ya da futbolda bir şeyler denemek. Bende ikinci seçeneği kullandım ve buralara geldim. Sonra İnegölspor ile başlayan bir futbol maceram oldu ve hala devam ediyor.

Futbolda olan ilginiz ne zaman başladı ve bu dönemde destekçileriniz kimlerdi ?
Ufak yaşlarda başladım futbola, tabii babamın bu konuda rolü çok büyük çünkü o sürekli yanımda olup bize destek veren isimdi. Yurtdışında yaşadığım için okuldan çıktıktan sonra antrenmanlara katılıp yurtdışındaki sahalarla, yerelliğiyle, disipliniyle orada birçok şey öğrendim ve bu benim için büyük bir avantaj oldu. Yaklaşık 26 yıldır bir topun arkasında koşmaya devam ediyorum.

17 yaşına kadar Fransa’da olduğunuzu söylemiştiniz. Hem Fransa’nın hem de Türkiye’nin şartlarını çok yakından biliyorsunuz altyapılar, hakkında aramızdaki farklardan bahsedebilir misiniz ?
Aramızdaki en belirgin fark sistem. Açıkçası orda sistem çok eskiden itibaren kurulmuş, oyuncuların en ufak yaşlardaki organizasyonları bile haftalar önce belli iken kendi bünyelerinde ve diğer kulüplerle ilgili olan bağlantıların mesela turnuva hazırlığı 1-2 hafta önce değil de yaklaşık 6-7 ay önce planlandığı bir sistem var. İmkanlara bakılırsa 7 yaşındaki çocukları bile halı sahaya sokmadan çim sahalarda başlayıp altyapıdaki hocalarıyla beraber bu konulara çok önem veren bir ülke Fransa.            
   
Ön libero mevkiinde oynadığınızı biliyoruz. Kendinizi nasıl bir orta saha futbolcusu olarak nitelendiriyorsunuz ?
Aslında 13-14 yaşlarında ofansif orta saha olarak oynuyordum. Daha sonra fizik gücümün farkına vararak ön libero mevkiinde oynamaya başladım. Fizik kalitemin farkındaydım, çok patlayıcı, adam geçen bir oyuncu değildim sadece futbolu çok sevdiğim için çok maç izlediğim için futbolun temellerini biliyordum. Bu bilgim bana futbol hayatım boyunca çok yardımcı oldu. Ben kendimle ilgili her zaman öz eleştiri yapabiliyorum, çok yetenekli çok klas bir oyuncu hiçbir zaman olmadım ama verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmek içinde sonuna kadar mücadele ettim. Bu da bana bir şeyler kazandırdı.

Sivasspor’da oynadığınız döneme dönmek istiyoruz. 2008-2009 sezonunda çok büyük bir başarı yakalayıp ligi ikinci bitirdiniz. Bu dönemden biraz bahsedebilir misiniz ?
2008-2009 dönemi benim Sivasspor’dan Bursaspor’a geçiş dönemim. Orda Bülent Uygun benim için çok önemli bir pozisyondaydı çünkü beni Bursaspor’da biraz kaybolmuşken bana tekrardan bir can vermiş oldu. Sivasspor’un şampiyonluğu kaçırdığı senede bizim açıkçası oyun kalitemiz, oyun bilgimiz üst seviyedeydi. Bunun sebebi bizim aşırı yetenekli, aşırı kabiliyetli bir adamımız yoktu ama herkes kendi bölgesinde işinin en iyisini yapmaya çalışıyordu ve açıkçası bu bizim için bir ödül gibiydi çünkü çok güzel bir sezon geçirdik ve Şampiyonlar Ligi’nde oynama şansı bulduk. O senede benim için aynıydı, şuanki hangi meziyetlerim varsa o sene de aynıydı ama bu bir takım oyunu olduğu için benim aynı kabiliyette olmam ve arkadaşlarımın bana yardımcı olmasıyla o günlerde daha çok gündem olduk.

Bu sezon Kemerspor 2003’te forma giyiyorsunuz ve bu takım Antalyaspor’un pilot takımı olarak düşük bir yaş ortalamasıyla oynuyor. Sizin de gözleminiz doğrultusunda bundan sonraki senelerde bu takımdan ismini duyabileceğimiz futbolcular var mı?
Antalyaspor ile aramda özel bir bağ var çünkü 100 maçın üzerinde Antalyaspor’da forma giymişim ve en uzun kaldığım dönem burdaydı. Burayı ailem gibi görüyorum, kendi kulübüm gibi görüyorum ve Kemerspor ile Antalyaspor’un pilot takımı durumu var. Bizde Kemerspor’un kendi bünyesinde bulundurduğu oyuncular ve Antalyaspor’dan gelen U21 oyuncuları ile ligde çok güzle bir takım kurduk ve ben de bu takımda o çocuklara abilik yapıyorum. Hem saha içinde hem saha dışında futbolun püf noktalarıyla ilgili bilgiler paylaşıyoruz. Bu takımda gerçekten yetenekli oyuncular var, yaş ortalamamız 20-21 arasında. Altyapısı Fransa olan Deniz (Ataç) kardeşim var, ön bölgede oynuyor, çok iyi başladı. Can var, Lokman var bu saydığım isimler benim futbol görüşüme göre bir sonraki zamanlarda iş yapabilecek oyuncular diye düşünüyorum.

Her futbolcunun benzemek istediği kişiler,örnek aldığı isimler vardır.Sizin idolünüz kimdi ?
Steven Gerrard diyebilirim. Tabii ki futbol kalitemiz çok farklı o çok üst seviyede bir oyuncuydu. Onun agresif oyunu, kaptanlık kabiliyeti ve saha içindeki diyalogları bana en çok benzeyen noktalardı ama dediğim gibi o çok üst seviyede bir oyuncu ve onu her zaman örnek almışımdır.

Peki karşı karşıya veya yan yana oynamak istediğin ve oynayamadığın bir oyuncu var mı ?
Karşılıklı oynadığım bir Alex mesela, hep şunu hayal ediyordum Sivasspor döneminde 2009 senesinde Fenerbahçe’ye gitme durumum vardı. Hep şunu düşünmüştüm, Fenerbahçe’ye gidebilsem de orta sahadan Alex’e yerden ayak içi çok sert bir pas atıp onunla birlikte yan yana oynayıp onun gururunu yaşamak isterdim. Ama kısmet olmadı. Alex açıkçası Türkiye’ye renk katmış insanlığıyla, kültürüyle her anlamda çok büyük bir örnektir futbolcular için, bende Alex diyebilirim bunun için.

Bizim “tek kelime” diye bir bölümümüz var. Çalıştığınız hocalardan birkaç tanesini sayacağız, bunları bize kısaca tanımlayabilir misiniz?
Nafi Bilaloğlu → Örnek insan
Cüneyt Dumlupınar → Küçük adam
Yılmaz Vural → Deli
Bülent Uygun → Öz abi
Mehmet Özdilek → Bana en çok güvenen         
Tolunay Kafkas → Rahatsız
Samet Aybaba → Sevimli yüz
Nejat Biyediç → İmparator

Şimdi biraz daha saha dışındaki İbrahim Dağaşan’ı sormak istiyoruz. Futbol dışında ne gibi aktiviteleriniz var, nelerle ilgilenirsiniz ?
Futbolun dışında genellikle fotoğrafçılık ile uğraşıyorum. Bu gerçekten bize saha dışında çok şey katıyor. Yani doğaya, yeşile, maviye, güneşe , gün batımına ,dağlara bakış açımı değiştirdi ve gerçekten hayata bakış açımız yaratılan her şeyin çok değerli olduğunu gösterdi. Bunun dışında günlerim çok klasik.
Bu soruya bağlı olarak futbolcu olamasaydınız hangi mesleği yapmak isterdiniz ?
Çok kabiliyetli bir adam değilim ama fotoğrafla geç tanıştım, erken tanışsaydım fotoğrafçılık ile ilgili bir şey düşünebilirdim.
Futbolu bıraktıktan sonra futbolun içinde kalacak mısınız, yoksa daha farklı şeylere yönelmeyi düşünüyor musunuz ?
Fransızca ve İngilizce dillerine sahip olduğum için açıkçası kendimi futbolun içinde şanslı görüyorum çünkü bu Fransızca ve İngilizce ile birlikte çok güzel şeyler yapabileceğimin farkındayım. İnsanı, iletişimi, samimiyeti seven bir adamım ama hoca olmayı düşünmüyorum çünkü hoca olmak bu devirde çok akıllı bir iş değil. Çok adaletli bir sistemin olduğunu düşünmüyorum o yüzden belki futbolun içinde gençlerle ya da A takımla sportif direktörlük gibi bir görev düşünüyorum.
Biraz daha güncel konulara değinmek istiyoruz. Euro 2016’da aldığımız kötü sonuçlar ve elemelerde aldığımız kötü sonuçlar milli takım açısından iç açıcı değildi. Milli takımımız hakkında neler söyleyebilirsiniz, neden bu duruma düştük?
Milli takım hakkında şunu söyleyebilirim sistem çok önemlidir, yani bugün Başakşehir çok konuşuluyorsa Abdullah hoca orada en uzun çalışan hoca olduğu için bir sistem oturdu ve orda tıkır tıkır işliyor. Ama maalesef milli takımda başarısızlığa tahammül yok. Günlük başarının peşindeyiz ve sistemi günlük başarıya göre endekslemiş durumdayız. Ben şuna inanıyorum eğer uzun vadeli projeler yapılırsa bu her zaman bize katkı sağlar ve başarı getirir. Yılmaz Özdil’in dediği gibi Sir Alex Ferguson, “Sir” unvanını alabilmek için kaç tane kupa almış onu araştırdığınız zaman anlıyorsunuz. Yani adam yıllarını vermiş ve “Sir” unvanını öyle almış. Ama bizim ülkemizde bir hoca bir kupa alıyor ve Yılmaz Özdil’in dediği gibi “imparator” lakabını alıyor, ben buna karşıyım. Bugünün futbolcuları da öyle, iki tane çalım attığı ya da on tane gol attığı zaman kral oluyor ama bir gün kötü oynadığı zaman yerin dibine sokuluyor işte bunları yapmamak lazım. Gerçekten biri çok yetenekli, çok başarılı ise sonuna kadar gurur duyulmalı örneğin Arda Turan. Bence Türkiye’nin şu an gururu, ne kadar kendi hayatında kendini ilgilendiren şeyler yaşasa da o bizim her zaman gururumuz ve devam etmektedir çünkü bizi Barcelona da temsil eden kişi. Günlük başarıdan ziyade uzun vadede bizi mutlu eden şeylere bakmak lazım.

Yine güncel konulara bağlı olarak son dönemlerdeki bu yabancı kuralı tartışması çok yoğun bir şekilde yapılıyor sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Benim fikrim şu, şuan benim takımımda 31 kişiyiz beş – altı tanesi daha çok genç, 15 – 16 yaşında; diğerleri 19-20 yaşında bu çocukların hepsiyle ben her gün konuşuyorum ve şunu anlatıyorum. Bu Allah vergisi bir yetenek ve bir kabiliyettir, siz ne kadar çalışırsanız o kadar ekmeğinizi bu işten kazanabilirsiniz. Futbolun dünü yoktur, yarını çok önemlidir. Bu yabancı kuralıyla beraber açıkçası onların şansı da biraz zorlaştı. Yabancı kuralı çok değerli ise bu gençlere yönelikte kurallar koyulmalı. Mesela 14 tane yabancıya serbest veriyorsanız en az dört tane altyapıdan oyuncuya kadroda bulundurma şartı koymalısınız, iki tanesi sahada olmalı gibi kurallarda yanına getirin ki paralel bir başarı getirsin sonucunda. Ben yabancı kuralına karşı değilim, çok yetenekli adamlar yine gelsin ama bunu yanına o zaman Türk futbolcusunu değerli kılacak şeyler yapılmalı. Mesela altyapıdan çıkacak oyunculara da yer edinilsin kadrolarda.
Son olarak ülke futbolunun şartlarını çok yakından bilen tecrübeli bir isimsiniz. Genç oyunculara tavsiyeleriniz önerileriniz nelerdir ?
Futbolculuktan önce yani futbol bir kabiliyet işidir. Allah’ın verdiği yeteneği ne kadar iyi kullanırsanız hayatınız boyunca genç yaşlarda güzel yaşayıp ailenizle, sevdiklerinizle mutlu, huzurlu maddi, manevi her zaman onurlu, gururlu bir hayatınız olur. Ama bunun dışında söyleyebileceğim tek bir şey var: ne olursa olsun iyi bir birey olmaktan geçiyor her şey. Sonuçta ahlaklı, karakterli , ailesine saygı gösteren, toplumda yeri olan büyüğüne saygıda küçüğüne sevgide kusur etmeyen bir birey olmak ondan sonra futbol bir meslektir. Ama bu mesleğin içine girdikten sonra en önemli şey Allah’ın size verdiği yetenekleri doğru zamanda doğru yerde gösterebilmektir.
               
Röportajı aynı zamanda şuradan dinleyebilirsiniz:

Barış Telli Röportajı

Lise dergimizin ilk sayısında ampute futbolun yıldızı Barış Telli'yle güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Yoğun temposunda zaman ayırdığı ve sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için tekrardan teşekkür ederiz. Keyifli okumalar:


Öncelikle Barış Telli kimdir diye sormak istiyorum. Biraz kendinizden bahseder misiniz?
1989 Kırıkkale doğumluyum. 4 yaşında futbol topunun peşinden koşacağım diye sağ ayağımı kaybettim. Bu bir başlangıçtı benim için, hiçbir şey bitmiş değildi. Doğal olarak çocukluk olduğu için hiçbir şeyin farkında değildim. Ayağımı kaybettiğim gün ise bir 23 Nisan günüydü. Bu bana verilen bir hediye idi. Daha sonra ilkokula giderken jimnastik takımına katıldım. Okulumu temsil ederek birçok insanın takdirini kazandım. Spora devam etmiş oldum.  Okulda sadece engelli olarak ben vardım. 23 Nisan, 19 Mayıs gibi günlerde gösteriye çıktım. İki elin üstünde durma, taklalar atma gibi hareketler gösterdim. Hiçbir zaman spordan kopmadım. O dönemde bile futbolcu olma hayalini kuruyordum. Ayağımın olmadığını ben de fark ediyordum ama hayallerimin önüne geçeceğine inanmıyordum. Hayallerimden hiçbir an vazgeçmedim. Ampute futbol ile lise hayatımda Beden öğretmenim Bekir Murat Altıntaş ile tanışmış oldum.

Ampute futbola başladığın dönemde en büyük desteği kimden aldınız?
Annem ve babamdan aldım. Sonuçta ailem olarak beni sosyalleştirmek için birçok yere götürdüler.
Ben evden çıkmayan birisi idim. Misafir geldiğinde annem ve babam "Hadi git de misafirlerin elini öp." tarzında şeyler söylerdi. Gerçekten beni topluma kazandırmış oldular.

Biraz turnuva dönemine gelmek istiyorum. Türk A Milli Futbol Takımının Dünya Kupası’na gidemediği dönemde Ampute Milli Takımımızın Avrupa şampiyonluğu ile tüm Türkiye halkını gururlandırdınız. Bu turnuvada neler yaşadınız ve takım içinde motivasyonunuz nasıl şekillendi?
Ben de sorunuza soru ile cevap vereyim o zaman. A Milli Futbol Takımımız iyi sonuç alsaydı bizim sonucumuz ülke basınında gündeme çıkabilir miydi? Şöyle devam edeyim. Ben 13 yıldır futbol takımı içerisinde oynuyorum ve her sene Avrupa, Dünya şampiyonlarına katılıyoruz. Eskiden bir başarı kazandığımızda bunu sadece ailemiz, arkadaşlarımız biliyordu. Haberlerde 3-5 saniyeliğine çıkıyordu. Tabii şimdi haber olmamızda TRT’nin katkısı da çok büyük. Atletizm ile de uğraştım. Çok çalıştım. Sabah atletizm, akşam ise futbol antrenmanına çıkıyordum. Simit bile sattığım olmuştu. Çünkü benim hayallerimi gerçekleştirmem gerekiyordu. Tabii bu turnuvada yani bu süreçte yanımda olanlar ve olmayanlar, arkamdan konuşanlar ve konuşmayanlar, inananlar ve inanmayanlar bende saklı. Kimlerin yapmacık olduğunu çok iyi tespit edebiliyorum. Ama hiçbir zaman insanları kırmamışımdır. İnsanları olacağına inandırmak ve bana ‘’Yapamazsın.’’ cümlesini yıkmam gerekiyordu. Daha da hırslanıyordum. Elimden geleni yapıp bunu izleyenlerin görmesini bekliyordum. Çok büyük sakatlıklar da yaşadım. En büyüğünü geçen sene yaşadım. Doktor bana futbol hayatın bitti demişti. Ben pes etmedim. Hayallerim vardı. Bu turnuva sürecinde yanımızda olan tüm federasyonlar ve tüm halkımızın desteği ile kazandık. Günde çift idman çok zordu. Sosyal hayat kesinlikle kalmıyordu. O günden sonra Arjantinli gibi sokağa çıkıyorken artık bir futbolcu gibi çıkıyorum. İnsanlarin tepkisi sayesinde kazanmanın verdiği gururu yaşıyoruz. Teknik direktör olsun emeği geçen herkesin terine sağlık.

Şampiyonanın finalini Vodafone Park’ta ve yaklaşık 40.000 kişi önünde oynadınız. Son goldeki asisti de siz yaptınız. O anki atmosfer hakkında neler söyleyebilirsiniz?
En başından beri sahaya inip bir tur atmak istiyordum. Hayallerim ile paralel durumlar bunlar. Soyunma odasını düşünüyordum. Hayalimde krampon seslerini dahi duyardım. Onu bir Vodafone Park gibi hissettim. Duamı edip sahaya çıktım fakat ilk çıktığımızda stadın bazı bölümlerinde kapılar açılmamış. Yani bir kısmı açılmamış herhalde kale arkası. Ben dedim sadece bu kadar kişi mi? Ama bu stad dolmalıydı. Bir ara kafamı kaldırdığımda akın akın insanlar geliyordu. Çok güzel bir duygu idi. O hep bir ağızdan “Türkiye” sesleri unutulmazdı. Daha sonra o stadyum full olmaya başladı. Maç içerisinde ise çoşkulu tezahüratlar yapılıyordu. Öyle güzel insanlar destekliyordu ki bizi bunun Beşiktaşlısı, Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı hepsi kol kolaydı. Biz hepsini bir araya getirdik. Bu da çok güzel bir durum . Konuşulacak ve anlatılacak o kadar çok şey var fakat duyguları anlatmak çok zordur. 

Turnuva sonrası hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Ufak bir anımdan bahsedeyim . Bugün dışarıda iken arkamdan biri ‘’Barış Telli’’ diye seslendi. Bu durum beni çok sevindirdi. Sarıldık ve sonra fotoğraf çektirdik. Biz sadece o kupayı kaldırmadık, biz farkındalık yarattık. Gerçekten çok çok önemliydi. Umutsuz olan insanların belki de bakış açılarını değiştirdik. Geleceğin sizler gibi öğrencilerini değiştirmek bizim için önemli olandı. Çok iyi bir mesaj verilmiş olundu. Mutluyuz.

Ülkemizde Ampute futbol kavramı daha çok Milli takım üzerinden biliniyor ama bir de yerel bir ligimiz var. Türkiye’deki ligimizin diğer ülkelere kıyasla ampute futbol liglerine göre yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Bazı ülkeler cidden çok çok iyi destekliyorlar. Mesela Manchester gibi büyük takımların ampute takımı var ama bizim dört büyüklerimizin yok. Güzel sürprizler bizi bekliyor. Ben bunun farkındayım. Çünkü bu camianın bizi yalnız bırakacağını düşünmüyorum. Bu şekilde bize imkan verildikten sonra bir şekilde engelli kardeşlerimizin sosyalleşmesini sağlarsak ne mutlu bize. Eskiden acır gibi bakarlardı. Şimdi ise durum farklılaştı. Destekleyen herkese yeniden çok teşekkür ederim.  

Takım arkadaşınız Rahmi Özcan, 2015 yılında verdiği bir röportajda ampute futbol için tesis yetersizliğinden bahsetmişti. Hala bu sorun devam ediyor mu, yoksa onun için çalışmalar yapılıyor mu?
Aslında bu bir kaybımızdı. Bizi belediyeler destekliyor. Hiçbir para almadık ilk başta. Daha sonra asgari ücret falan başladı. O zaman da tesisimiz yoktu. Tek bir tesisimiz var. Orası da ampute futbolumuzun doğduğu yer. Bursa’dan bir tesis sözü aldım. İmkan verilmesi gerekiyor sadece. Konya’dan da bir tane gelebilir. Önceden bir şekilde es geçiliyordu. Şimdi inşallah olur.

Her futbolcunun idolü vardır. Sizin idolünüz kimdir?
İlk olarak Messi diyebilirim. Dünyadaki idollerden bir tanesi. Amputeye başlamadan önce Ronaldinho izlerdim. Video aracılığı ile Hareketlerini yapmaya uğraşırdım . Messi ve Ronaldinho çok büyük futbolculardır. Bir işi yapıyorsan en iyisini yapacaksın.

Futbol dışındaki Barış Telli nasıl biridir ve neler yapar?
Futbol dışında zaman kalmıyor. Evde uyuyorum genelde. Olsun hayatım spor olsun. Aynı zamanda beden eğitimi öğretmeniyim. Yine farklı bir algı vardı. Ben bu algıyı yıktığımı düşünüyorum.

Gençlere verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Kimse hayallerinden vazgeçmesin.

Röportajı aynı zamanda şuradan dinleyebilirsiniz:

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Ülke Puanımız #1

Öncelikle Şampiyonlar Ligi’nin önümüzdeki sezon uygulamaya konulacak olan yeni formatından bahsetmek istiyorum. Şu anki statüde en yüksek katsayılı 3 ülkenin 3 ekibi doğrudan katılırken 4., 5. ve 6. sıradaki ülkelerden 2 ekip doğrudan katılabiliyor. 7. ve 12. sıralar arasında bulunan ülkelerin ise sadece şampiyonları direkt olarak Şampiyonlar Ligi’ne dahil oluyor.

Bir sonraki sezondan itibaren başlayacak olan sistemde ise en iyi 4 ülkeden dörder, ardından gelen 2 ülkeden ikişer, sonraki dört ülkeden ise sadece birer takım katılabilecek. 

Ön eleme oynayarak bu büyük turnuvaya katılan takımlara da değinmemiz gerekirse, şu anki sistemde 5 ekip “Şampiyonlar” kısmından, 5 takım ise “Şampiyon olamayanlar” kısmından katılıyor. Gelecekteki sistemde ise 4 takım “Şampiyonlar” tarafından, 2 takım ise “Şampiyon olamayanlar” tarafından katılacak. Ülkemizde Şampiyonlar Ligi’ne katılmak için ön eleme oynayan takımımızın, “Şampiyon olamayanlar” kısmından katılacağını düşündüğümüzde işlerimizin daha zor olacağını net olarak söyleyebiliriz.


ÜLKE SIRALAMAMIZ
Ülkelerin kulüp bazında katsayılarının listesine baktığımızda, ülkemizin 30.500 puan ile 10. sırada olduğunu görüyoruz. Şampiyonlar Ligi’ne direkt olarak gitme hakkı kazanan son takımın 10. sıradaki ülkenin, yani bizim ülkemizin şampiyonu olduğunu gözler önünde bulundurduğumuzda, ne kadar sınırda olduğumuzu rahatça anlayabiliyoruz.


Galatasaray, UEFA Avrupa Ligi’ne 2. turda veda ederek sezonu 0,500 puanla kapattı. Fenerbahçe ise Play-Off’ta elendi ve 1,500 puan toplamış oldu. Ülke katsayıları, tüm takımlarımızın aldığı puanların katılan tüm takımlarımızın sayısına bölünerek hesaplanıyor. Yani, bu sezon üç takımımızın toplayacağı puanlar, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin yaptığı sürprizler sebebiyle beşe bölünecek.


RAKİPLERİMİZİN DURUMU
Yukarıdaki grafikte görüldüğü gibi, yakalamaya çalıştığımız iki ülkeden Belçika 37.000 puanda, Ukrayna’nın puanı ise 34.533. Altımızda olanlardan bize en yakın iki ülke ise 28.549 puana sahip olan Hollanda ile 25.725 puanlı Avusturya. Ülkemizin puanı ise 30.500. 

Teker teker ülkelerin temsilcilerine bakalım. Belçika ülkelerinden Club Brugge, Gent ve Oostende ön eleme turunda Avrupa’ya veda etti. Anderlecht Şampiyonlar Ligi’nde, Zulte Waregem ise Avrupa Ligi’nde yoluna devam edecek. İki ülkenin de grupları kolay değil, geçtiğimiz sezon topladıkları 12.500 puana ulaşmaları bir hayli zor, kendilerine yaklaşamamamız için hiçbir sebep yok.

Ukrayna ise büyük ölçüde problem olacak gibi duruyor. Oleksandria ve Olimpik Donetsk takımları, gruplara kalamadılar. Dynamo Kiev ve Zorya Luhansk ekipleri Avrupa Ligi gruplarında yer alacak. Shakhtar Donetsk ise Şampiyonlar Ligi F Grubu’nda bulunuyor. Üç takımla Avrupa sahnesinde bulunuyor olmaları onlar adına çok büyük avantaj, bir üst sıramızda bulunduklarını düşündüğümüzde temsilcilerimizin üstündeki yükün bir tık daha artmış olduğunu söyleyebiliriz.

Bir alt sıramızdaki ülke Hollanda. Ajax, PSV ve Utrecht’in sürpriz bir şekilde elenmesinin ardından Avrupa’da sadece iki takımla kaldılar: Feyenoord ve Vitesse. Feyenoord, Şampiyonlar Ligi’nde Manchester City, Napoli ve Shakhtar’dan oluşan F Grubu’nda yer alıyor. Ukrayna’nın en büyük rakiplerimizden biri olduğundan bahsetmiştim, bu sebepten dolayı Shakhtar – Feyenoord ikilisinin aynı grupta olması ülkemiz için büyük şans. 

Son olarak Avusturya’ya değinelim. Sturm Graz ve Altach, Avrupa’ya gruplara kalamadan veda etti. Salzburg ve Austria Wien ise UEFA Avrupa Ligi gruplarında boy gösterecek. Dezavantajları, Şampiyonlar Ligi’ne bir takım gönderememiş olmaları; avantajları, toplayacakları puanların beş yerine dörde bölünecek olması.


Kolay olmadığının farkındayım, fakat gün birlik olma günü. Beşiktaş’ın, Başakşehir’in ve Konyaspor’un alacağı puanlar ülkemize doğrudan olumlu ya da olumsuz olarak yansıyacak. Bu sezon temsilcilerimizin Avrupa’da alacağı olası kötü sonuçlar, ileriki dönemlerde Şampiyonlar Ligi’ne direkt olarak takım gönderemememize sebep olabilir. Söylemek istediğim, biz kimi desteklersek destekleyelim sonuç yine de bize dokunacak, karar yine de sizin…

15 Ağustos 2017 Salı

Süper (?) Lig Başladı!

Yaklaşık 60 günlük bir aranın ardından Spor Toto Süper Lig bu hafta sonunda oynanan karşılaşmalarla birlikte start aldı. Sezonun ilk maçında Başakşehir, Bursaspor’u 1-0 ile geçti, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor ilk haftayı kayıpsız tamamlarken Fenerbahçe deplasmanda Göztepe engeline takıldı. Ligin yeni ekiplerinden Yeni Malatya ilk maçında 3 puan aldı, Sivasspor ise deplasmanda Akhisar’a tek farkla yenildi. Heyecanı yüksek bir lig olduğu kabul, tüm bunlar oldu ama, hangi şartlarda… 

                                                
1) Seyirci Problemi
İlk haftada oynanan 9 karşılaşmanın üçü, ülkemizde uygulanan Passolig sistemine rağmen seyircisiz oynandı. Eğer Konyaspor da kendi evinde oynamış olsaydı bu sayı dörde çıkacaktı. Galatasaray – Kayserispor karşılaşmasını 31.394 biletli izleyici izlerken bu maçı, 31.152 seyirci ile Trabzonspor – Konyaspor mücadelesi takip etti. Bu iki karşılaşmadan sonra görebildiğimiz en büyük sayı maalesef ki 5472.
İlk hafta maçlarını 75.522 taraftar stadyumlardan izledi. Bu sayıyı şöyle izah edeyim, Premier League’de Pazar günü oynanan Manchester United – West Ham United karşılaşmasını Old Trafford’dan izleyen kişi sayısı 74.925. Yani oynadığımız 9 karşılaşma ile bir karşılaşmayı anca geçebilmişiz…

Şunu da ekleyeyim, Süper Lig’de bu hafta tribünlerimizin doluluk oranı %25. Premier Lig’de bu oran %88, Ligue 1’de %66, Portekiz Ligi’nde %52, Belçika Ligi’nde %65, Eredivisie’de %86…


2) Faul Sayılarının Aşırılığı
Futbolu izlemeyi sevmeyen bir ülke olarak aynı zamanda oynamayı da pek sevmiyoruz zannedersem. Bizim anlayışımız oynattırmamak, “kazanamıyorsan kaybetme” mottosunu sahaya yansıtmak. 

Yukarıdaki tabloda Süper Lig ve Premier Lig’in ilk haftalarında oynanan karşılaşmalarda yapılan faul sayılarını belirttim. Ülkemizde bir maçta ortalama 33 faul yapılırken İngiltere’de bu sayı 21,7. Bu uçurumda hem futbolcularımızın, hem teknik direktörlerimizin, hem de hakemlerimizin payı oldukça büyük. Bu konuya biraz olsun dikkat etmemiz gerekiyor, edelim ki ligimizin seyir zevki artsın. Daha güzel bir lig izleyelim.


3) Yabancı Tutkumuz
Mircea Lucescu’nun şu sözleriyle başlayalım bu kısma, "İzlediğim maçlarda 4 Türk oyuncu oynatan takım yok. Fenerbahçe ve Başakşehir de öyleydi. En fazla 3 Türk oynatılıyor. Ben sahada kimi izleyeceğim! Hangi bölgeye kimi alacağım? Bu durum Milli takım adına sıkıntı yaratabilir.”
 

Bu hafta oynanan 9 karşılaşmaya 198 farklı futbolcu ilk 11’de başladı. Bu 198 isimden 139’u yabancı uyruklu olurken sadece 59 Türk uyruklu futbolcu ilk 11’de forma şansı bulabildi. Bu 59 futbolcunun hepsinin de altyapısını Türkiye’de almadığını düşünürsek halimiz içler acısı…

Altyapı sorununa bağlamayı çalıştığımı not olarak ekleyeyim, yanlış anlaşılmasın. Yabancı sınırı konusunda hiçbir eleştirim yok...


4) Hakem Hataları
Hakem hataları yeni sezona da damgasını vurmaya devam ediyor. Göztepe – Fenerbahçe maçında Alper Potuk’un attığı goldeki ofsayt, Trabzonspor – Konyaspor maçında Pereira ve Fofana’nın atılmaması, yine aynı maçta Traore’nin ayağını kıran Durica’ya sarı kart gösterilmesi, Beşiktaş – Antalyaspor maçında verilen penaltı…

Neyse, bu konu hakkında daha fazla yazamayacağım…


5) Hava Durumları
Bu sezon anlam veremediğim bir şekilde erken açıldı Süper Lig. Çok büyük plansızlıkların içinde planlar yapıyor federasyonumuz. Sanıyorum ki İngiltere ve Fransa liglerine özenildi, ne oraların hava şartlarını göz önünde bulundurarak ne de liglerinin 38. haftada sona erdiğini düşünerek.

Havaların sıcaklığı nedeniyle 21.45’te başlayan maçlarımız var, taraftarların eve ulaşması gece ikiyi bulabiliyor. Fark ettiniz mi bilmiyorum fakat yazdığım tüm maddeler, 1. maddeye, yani seyirci sorunumuza sebep oluyor. 

Şunu da yazmadan geçmeyeyim, bir de U21 ligimiz var. Burada aynı şartlar altında maçlar 10.00, 16.00 ve 17.00 saatlerinde başlamış bu hafta. 


Çok büyük plansızlıkların içinde bir Süper Lig’imiz var, “Süper” dediysek lafta tabii. Daha geliştirilmesi gereken, planlanması gereken çok şeyi var bu Süper Lig’in. Kendisini seviyoruz ama daha iyisini hak etmiyor muyuz?

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Süper Kupa 2017 | Beşiktaş - Konyaspor


Genel olarak Beşiktaş odaklı bir blog tutuyorum, bugün biraz değişiklik olsun istedim. Kupanın sahibi Konyaspor’dan daha fazla bahsetmek, biraz olsun da organizasyon hakkında yazmak istedim. 

Her şeyden önce Konyaspor’u tebrik etmek gerekiyor. Riad Bajic, Jagos Vukovic ve Barry Douglas’ın toplam 8,5 milyon Euro kazandırarak takımdan ayrıldığı transfer döneminde sadece 550 bin Euro harcayarak karşılaşmaya çıkan Konya ekibi, oynadığı güzel futbolu kupa ile taçlandırdı. 

Aykut Kocaman’ın takımın başında olduğu dönemdeki az maliyete yapılan nitelikli oyuncu transferleriyle başarıya ulaşan, ancak defansif anlayışın hakim olması sebebiyle zaman zaman eleştirilere maruz kalan Konyaspor’u, sanıyorum ki bu sezon Mustafa Reşit Akçay yönetiminde izleyene keyif veren bir oyun yapısıyla sahada göreceğiz.

Biraz da kişi bazındaki Konyaspor’a değinmem gerekiyor. Ferhat Öztorun, Quaresma karşısında başarılı bir sınav verirken Ali Turan-Moke ikilisi ise Konyaspor taraftarlarını biraz olsun tedirgin etti.  90. dakikada kazanılan penaltıda sorumluluk alıp topun başına geçen isim ise maçın genelinde iyi bir performans sergileyen başarılı sağ bek Skubic’ti. Kaleci Serkan ise maç boyunca kalesinde güven verirken son dakikalarda yaptığı kurtarışla galibiyetin başrollerinden birini oynadı. 

Levski Sofia’dan transfer edilen Mehdi Bourabia ilk maçında Ali Çamdalı ile birlikte iyi bir görüntü verirken geçtiğimiz sezonun devre arasında transfer edilen sol kanat oyuncusu Fofana da gösterdiği performansla göz doldurdu. Traore güzel oyununu bir golle süslerken Ömer Ali
ise beklediğim performansın altında kaldı.

Maç sonu röportajlarında da “temiz kalple çalışmak” sözleriyle özetledi kupayı Mustafa Reşit Akçay. Bir kez daha tebrikler…

Ancak ve ancak…

Eskişehir’de Skubic’in kullandığı son penaltıyla gelen Türkiye Kupası sevincinde yaşanan saha olaylarına herhangi bir ses çıkarılmaması, bugüne adeta davetiye çıkartmış oldu. 

Bu sefer Samsun’da, 90+1’de, yine Skubic’in ayağından gelen penaltı golüyle Konyaspor kupaya uzanırken yeşil-beyazlılar da saha içerisinde oluşturdukları çirkin görüntüyle hem güvenlik zafiyetini gözler önüne serdi, hem de “nasıl galibiyet kutlanmamalı” konulu bir ders verdiler.

Sahaya atılan bıçağı da göz ardı etmemeliyiz, öyle ki maç öncesinde organizasyon hakkında sitemlerde bulunan Çağdaş Sevinç şu paylaşımı yapmıştı: “…Şimdi X-Ray cihazlarını kaldırdılar, girişler biraz hızlandı. Bu sefer de aramadan aldılar içeri.”

Sahanın içerisindeki bıçak görüntüsünü bir yana bırakalım, oyun alanı içerisine bu bıçağı fırlatanlar, maç sonunda futbolcular daha içerideyken çıkmadan sahaya girdiler… Bu konu hakkında ne yazıp çizsek eksik kalacak sanırım…

Bir de pankart meselesi var. 4 gün önce Medipol Başakşehir’in Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında açılan cumhurbaşkanı pankartı örneği varken, bugün stada sokulmak istenen Mustafa Kemal Atatürk pankartına “gerekli izinlerin alınmaması” sebebiyle izin verilmedi. Söyler misiniz, Mustafa Kemal Atatürk pankartını stada sokmak için ne tür bir izne gerek var? Bıçağın, meşalenin rahatça girebildiği bir alanda izin vermemeniz gereken şey YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA YAŞA pankartı mıdır?

30 Temmuz 2017 Pazar

Top 5 - 2017/18'de Çıkış Yapabilecekler

Yeni bir sezon, yeni transferler ve yepyeni heyecanlar... Bu güzel oyunun yeni sezonunda "Kesinlikle şampiyon olacak" diyebileceğimiz takımlardan öte, izlerken zevk vereceğini ve bir önceki sezon koyduğu hedeflerin üzerine çıkabileceğini düşündüğüm takımları kısaca yazmaya çalıştım. "X takımından da umudum var" diyebileceğiniz veya benimle aynı fikirde olmadığınız ekipleri de yorum kısmından belirtirseniz memnun olurum.


1) AC Milan

Rossoneri Sport Investment Lux şirketinin, kulübü nisan ayında satın almasıyla yeni bir yolculuğa yelken açtı Milan. 30 yıldır başkanlık görevini yürüten Silvio Berlusconi, koltuğunu Çinli grubun başındaki Yonghong Li'ye bıraktı.
Milan için 800 milyon Euro'yu gözden çıkartan Yonghong Li ve ekibi, AC Milan'ı o eski günlerine döndürmek için kararlılardı. Bu düşüncelerinin ilk adımlarını fazla beklemeden atmaya başladılar.

Öncelikle Vincenzo Montella ile yola devam kararı alan yönetim, sonrasında hocanın istediği futbolcuları teker teker almaya başladı. Franck Kessie, Lucas Biglia, Ricardo Rodriguez, Mateo Musacchio, Hakan Çalhanoğlu, Andrea Conti, Andre Silva, Leonardo Bonucci, Fabio Borini ve Antonio Donnarumma transferlerine 189 milyon Euro harcanırken belki de yapılan en büyük transfer, takımdan ayrılma noktasına gelen Gianluigi Donnarumma ile tekrardan anlaşılmasıydı.


Sanıyorum ki Milan taraftarı da bizimle aynı fikirde. Milan'ın, geçtiğimiz sezon Romanya Ligi'ni 5. sırada bitiren CS U Craiova ile oynayacağı UEFA Avrupa Ligi 3. ön eleme turunda oynayacağı maç için 50.000'in üzerinde bilet satılması da bunun en büyük göstergesi. Maça daha 6 gün olduğunu ve geçtiğimiz sezon seyirci ortalamasının 40.000 dolaylarında olduğunu düşünürsek tabii.


2) Everton 

Paranın bu kadar fazlasıyla hakim olduğu, gelirlerin uçmuş olduğu bir futbol ortamında, hele ki o paralar da doğru yere harcanıyorsa başarıya ulaşmaya ramak kalmış demektir bana kalırsa.

Marko Arnautovic'in 22,5 milyon Euro ettiği, bir takımın üç bek transferine 138 milyon Euro verebildiği, lige yeni çıkan bir takımın 43,1 milyon Euro ödeyebildiği, bir ikinci lig takımının 17,9 milyon Euro ödeyerek transfer yapabildiği ayrı bir futbol dünyasında doğru noktaları tespit edip o noktalara uygun transferleri yapan herhangi bir kulübün başarısız olma ihtimalinin çok düşük olduğunu düşünüyorum.


Stekelenburg, Williams, Baines, Schneiderlin, Gueye, Mirallas gibi artık kendini kanıtlamış diyebileceğimiz isimlerin arasına Keane, Pickford, Klaassen, Onyekuru, Ramirez, Martina ve Rooney transferleri kelimenin tam anlamıyla "cuk" oturdu. Barkley'in ismini gideceği haberlerine dayanarak geçirmedim, bir de kalırsa harika bir kadro olmaz mı?

"Ya kardeşim paraların yüksekliğinden bahsediyorsun da Keane - Pickford - Klaassen üçlüsü 84 milyona alındı haberin var mı?" diyebilirsiniz. Ancak burada bahsetmek istediğim olay, sadece Lukaku'nun 84,7 milyon Euro etmesi ve yerine alınan ismin bonservis verilmeden alınan Wayne Rooney olması...

Şampiyon olabilirler mi, imkansıza yakın... Geçtiğimiz sezon topladıkları 61 puanı geçebilirler mi, çok ama çok büyük ihtimalle...


3) Göztepe 

2016/2017 sezonunda TFF 1. Lig'in ilk yarısını lider olarak tamamlamıştı Göztepe. Süper Lig hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı, ancak ikinci yarıda Elazığspor maçıyla başlayan felaket seride 9 maçta 7 mağlubiyet aldı sarı-kırmızılılar. Lider olarak Süper Lig'e çıkma düşünceleri, 32. hafta itibariyle "Acaba Play-Off'a kalabilecek miyiz?" cümlelerine bırakmıştı yerini.

Son 3 haftada alınan 7 puan ile birlikte 53 puan toplayan Göztepe, üçlü averaja girdiği Giresunspor ve Altınordu'yu geride bırarak Play-Off'a adını yazdırmıştı. Yarı finalde Boluspor'u, finalde ise Eskişehirspor'u geçerek Süper Lig biletini alan son takım olmayı başardı İzmir ekibi.


Buraları biraz uzun tutmak istedim. Çünkü direkt olarak çıkan Sivasspor ve Yeni Malatayaspor'dan tam 21 gün sonra garantilenmişti Süper Lig'e çıkmayı. Yaptıkları çalışmalar ise yıllardır bu ligde olan kulüplerden  katbekat hazır olduklarını gösteriyor.

Ligin yazılı olmayan transfer kuralı olan "Ligi Tanıyan Futbolcu" politikasını harika bir şekilde uyguladılar. Sabri Sarıoğlu, Andre Castro, Oscar Scarione, Rajko Rotman, Selçuk Şahin, Nabil Ghilas gibi hem ülkeyi bilen hem de nitelikli futbolcuların yanına Axel Ngando ve Yoan Gouffran isimleri transfer edildi. Bir sol bek, bir stoper ve bir kaleci transferiyle birlikte transferi kapatacaklarını düşünüyorum. Umarım bu politikadan vazgeçmeyip eski Göztepe'yi tekrardan bizlere gösterebilirler.



4) Royal Antwerp 

Öncelikle şunu itiraf edeyim, bundan iki-üç gün önce Belçikalı birkaç futbolseverle bir konuşmamda isminin geçmesine kadar Antwerp'i araştırma fikrim yoktu, haliyle potansiyellerinin farkına varma fırsatım olmamıştı.

1956/1957 sezonuna kadar 4 şampiyonluğu bulunan Antwerp, 1991/1992 sezonunda kazandığı Belçika Kupası sayesinde katıldığı Kupa Galipleri Kupası'nda finalde Parma'ya 3-1 mağlup olarak ikinci oldu. Bu süreçte gerilemeye devam eden Belçika ekibi, 2003/2004 sezonunda düştüğü 2. Lig'de tam 13 sezon kaldı. 2016/2017 sezonunda bu ligde aldığı sonuçlarla Play-Off oynamaya hak kazanan kırmızı-siyahlılar, Roeselare'yi 3-1 ve 1-2'lik skorlarla geçerek tekrardan 1. Lig'e çıkmaya hak kazandı.


Eski Beşiktaşlı Vedran Runje'nin kaleci antrenörlüğünü yaptığı Antwerp'te ayrıca yakından tanıdığımız Sinan Bolat ve Björn Vleminckx gibi iki isim de bulunuyor. Dylan Batubinsika ve Obbi Oulare ise, otoriteler tarafından sezona damga vuracağı düşünülen futbolcular.

Maçlarını 12.975 kapasiteli De Bousil'de oynayan Antwerp'in maç başına seyirci ortalaması ise 11.500 civarında. Bu sayıyla futbol aşığı (!) ülkemizin en iyi ligindeki 18 takımın 11'inin önünde olan Antwerp, bu sezon Pro League'e renk katacağa benziyor.


5) Marsilya
9 lig şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi'ni kazanmayı başarabilen tek Fransız ekibi...
Tarihinde yaşadığı büyük dalgalanmalara rağmen ayakta durabildi. Buna karşın halen eski günlerine tam olarak ulaşabilmiş olduklarını söylememiz pek mümkün değil.

1980'lerde iflasın eşiğine kadar gelmiş, Bernard Tapie'nin gelmesiyle en sükseli dönemlerinden birini yaşamışlardı. Bu dönemde yakaladıkları ivmeyle ulaştıkları 1992/1993 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun ardından isimlerinin geçtiği şike davasında küme düşürülmesine karar verildi. Mali konularda birkaç defa daha sıkıntı yaşayan mavi-beyazlılar, küme düşmesinin ardından bu döneme kadar olan süreçte sadece 1 şampiyonluk yaşayabildi.


2015/2016 sezonunda takımın ligi 13. sırada bitirmesinin ardından mavi-beyazlılarda büyük çaplı bir çalkalanma yaşanırken, sahneye çıkan isim ABD'li iş adamı Frank McCourt oldu. Marsilya'nın yeni sahibi, bu büyük sorumluluğun altına girerken kendinden emin olduğunu şu sözlerle belirtmişti: "Olympique Marsilya’nın daha iyi yerlere gelebilmesi için gerekli kaynak ve cesarete sahibiz."

Geçtiğimiz sezonun kış transfer döneminde kadrosunu Dimitri Payet, Patrice Evra ve Morgan Sanson gibi isimlerle güçlendiren Marsilya, bu sezonun transfer döneminde ise Adil Rami, Luis Gustavo ve Valere Germain'in yanı sıra Florian Thauvin ve Clinton N'Jie'nin de bonservisini aldı. Geçtiğimiz sezon Crystal Palace'a giden ve mutluluğu bulamayan Steve Mandanda tekrardan takıma katılırken kiralıktan dönen Lucas Ocampos'un da bu sezon iyi bir performans sergilemesi bekleniyor.