Sayfalar

10 Aralık 2017 Pazar

İbrahim Dağaşan Röportajı

Türk futbolunun tecrübeli isimlerinden İbrahim Dağaşan, lise dergimizin ilk sayısında röportaj konuğumuz oldu. Sorularımızı samimiyetle cevapladığı için kendisine teşekkür ederiz.

Öncelikle İbrahim Dağaşan kimdir, kısaca bahsedebilir misiniz ?
1984 doğumluyum. Ailemle birlike 17 sene boyunca Fransa’da yaşadım.17 yaşımdan sonra 2 tane seçeneğim vardı. Ya okula orada devam etmek ya da futbolda bir şeyler denemek. Bende ikinci seçeneği kullandım ve buralara geldim. Sonra İnegölspor ile başlayan bir futbol maceram oldu ve hala devam ediyor.

Futbolda olan ilginiz ne zaman başladı ve bu dönemde destekçileriniz kimlerdi ?
Ufak yaşlarda başladım futbola, tabii babamın bu konuda rolü çok büyük çünkü o sürekli yanımda olup bize destek veren isimdi. Yurtdışında yaşadığım için okuldan çıktıktan sonra antrenmanlara katılıp yurtdışındaki sahalarla, yerelliğiyle, disipliniyle orada birçok şey öğrendim ve bu benim için büyük bir avantaj oldu. Yaklaşık 26 yıldır bir topun arkasında koşmaya devam ediyorum.

17 yaşına kadar Fransa’da olduğunuzu söylemiştiniz. Hem Fransa’nın hem de Türkiye’nin şartlarını çok yakından biliyorsunuz altyapılar, hakkında aramızdaki farklardan bahsedebilir misiniz ?
Aramızdaki en belirgin fark sistem. Açıkçası orda sistem çok eskiden itibaren kurulmuş, oyuncuların en ufak yaşlardaki organizasyonları bile haftalar önce belli iken kendi bünyelerinde ve diğer kulüplerle ilgili olan bağlantıların mesela turnuva hazırlığı 1-2 hafta önce değil de yaklaşık 6-7 ay önce planlandığı bir sistem var. İmkanlara bakılırsa 7 yaşındaki çocukları bile halı sahaya sokmadan çim sahalarda başlayıp altyapıdaki hocalarıyla beraber bu konulara çok önem veren bir ülke Fransa.            
   
Ön libero mevkiinde oynadığınızı biliyoruz. Kendinizi nasıl bir orta saha futbolcusu olarak nitelendiriyorsunuz ?
Aslında 13-14 yaşlarında ofansif orta saha olarak oynuyordum. Daha sonra fizik gücümün farkına vararak ön libero mevkiinde oynamaya başladım. Fizik kalitemin farkındaydım, çok patlayıcı, adam geçen bir oyuncu değildim sadece futbolu çok sevdiğim için çok maç izlediğim için futbolun temellerini biliyordum. Bu bilgim bana futbol hayatım boyunca çok yardımcı oldu. Ben kendimle ilgili her zaman öz eleştiri yapabiliyorum, çok yetenekli çok klas bir oyuncu hiçbir zaman olmadım ama verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmek içinde sonuna kadar mücadele ettim. Bu da bana bir şeyler kazandırdı.

Sivasspor’da oynadığınız döneme dönmek istiyoruz. 2008-2009 sezonunda çok büyük bir başarı yakalayıp ligi ikinci bitirdiniz. Bu dönemden biraz bahsedebilir misiniz ?
2008-2009 dönemi benim Sivasspor’dan Bursaspor’a geçiş dönemim. Orda Bülent Uygun benim için çok önemli bir pozisyondaydı çünkü beni Bursaspor’da biraz kaybolmuşken bana tekrardan bir can vermiş oldu. Sivasspor’un şampiyonluğu kaçırdığı senede bizim açıkçası oyun kalitemiz, oyun bilgimiz üst seviyedeydi. Bunun sebebi bizim aşırı yetenekli, aşırı kabiliyetli bir adamımız yoktu ama herkes kendi bölgesinde işinin en iyisini yapmaya çalışıyordu ve açıkçası bu bizim için bir ödül gibiydi çünkü çok güzel bir sezon geçirdik ve Şampiyonlar Ligi’nde oynama şansı bulduk. O senede benim için aynıydı, şuanki hangi meziyetlerim varsa o sene de aynıydı ama bu bir takım oyunu olduğu için benim aynı kabiliyette olmam ve arkadaşlarımın bana yardımcı olmasıyla o günlerde daha çok gündem olduk.

Bu sezon Kemerspor 2003’te forma giyiyorsunuz ve bu takım Antalyaspor’un pilot takımı olarak düşük bir yaş ortalamasıyla oynuyor. Sizin de gözleminiz doğrultusunda bundan sonraki senelerde bu takımdan ismini duyabileceğimiz futbolcular var mı?
Antalyaspor ile aramda özel bir bağ var çünkü 100 maçın üzerinde Antalyaspor’da forma giymişim ve en uzun kaldığım dönem burdaydı. Burayı ailem gibi görüyorum, kendi kulübüm gibi görüyorum ve Kemerspor ile Antalyaspor’un pilot takımı durumu var. Bizde Kemerspor’un kendi bünyesinde bulundurduğu oyuncular ve Antalyaspor’dan gelen U21 oyuncuları ile ligde çok güzle bir takım kurduk ve ben de bu takımda o çocuklara abilik yapıyorum. Hem saha içinde hem saha dışında futbolun püf noktalarıyla ilgili bilgiler paylaşıyoruz. Bu takımda gerçekten yetenekli oyuncular var, yaş ortalamamız 20-21 arasında. Altyapısı Fransa olan Deniz (Ataç) kardeşim var, ön bölgede oynuyor, çok iyi başladı. Can var, Lokman var bu saydığım isimler benim futbol görüşüme göre bir sonraki zamanlarda iş yapabilecek oyuncular diye düşünüyorum.

Her futbolcunun benzemek istediği kişiler,örnek aldığı isimler vardır.Sizin idolünüz kimdi ?
Steven Gerrard diyebilirim. Tabii ki futbol kalitemiz çok farklı o çok üst seviyede bir oyuncuydu. Onun agresif oyunu, kaptanlık kabiliyeti ve saha içindeki diyalogları bana en çok benzeyen noktalardı ama dediğim gibi o çok üst seviyede bir oyuncu ve onu her zaman örnek almışımdır.

Peki karşı karşıya veya yan yana oynamak istediğin ve oynayamadığın bir oyuncu var mı ?
Karşılıklı oynadığım bir Alex mesela, hep şunu hayal ediyordum Sivasspor döneminde 2009 senesinde Fenerbahçe’ye gitme durumum vardı. Hep şunu düşünmüştüm, Fenerbahçe’ye gidebilsem de orta sahadan Alex’e yerden ayak içi çok sert bir pas atıp onunla birlikte yan yana oynayıp onun gururunu yaşamak isterdim. Ama kısmet olmadı. Alex açıkçası Türkiye’ye renk katmış insanlığıyla, kültürüyle her anlamda çok büyük bir örnektir futbolcular için, bende Alex diyebilirim bunun için.

Bizim “tek kelime” diye bir bölümümüz var. Çalıştığınız hocalardan birkaç tanesini sayacağız, bunları bize kısaca tanımlayabilir misiniz?
Nafi Bilaloğlu → Örnek insan
Cüneyt Dumlupınar → Küçük adam
Yılmaz Vural → Deli
Bülent Uygun → Öz abi
Mehmet Özdilek → Bana en çok güvenen         
Tolunay Kafkas → Rahatsız
Samet Aybaba → Sevimli yüz
Nejat Biyediç → İmparator

Şimdi biraz daha saha dışındaki İbrahim Dağaşan’ı sormak istiyoruz. Futbol dışında ne gibi aktiviteleriniz var, nelerle ilgilenirsiniz ?
Futbolun dışında genellikle fotoğrafçılık ile uğraşıyorum. Bu gerçekten bize saha dışında çok şey katıyor. Yani doğaya, yeşile, maviye, güneşe , gün batımına ,dağlara bakış açımı değiştirdi ve gerçekten hayata bakış açımız yaratılan her şeyin çok değerli olduğunu gösterdi. Bunun dışında günlerim çok klasik.
Bu soruya bağlı olarak futbolcu olamasaydınız hangi mesleği yapmak isterdiniz ?
Çok kabiliyetli bir adam değilim ama fotoğrafla geç tanıştım, erken tanışsaydım fotoğrafçılık ile ilgili bir şey düşünebilirdim.
Futbolu bıraktıktan sonra futbolun içinde kalacak mısınız, yoksa daha farklı şeylere yönelmeyi düşünüyor musunuz ?
Fransızca ve İngilizce dillerine sahip olduğum için açıkçası kendimi futbolun içinde şanslı görüyorum çünkü bu Fransızca ve İngilizce ile birlikte çok güzel şeyler yapabileceğimin farkındayım. İnsanı, iletişimi, samimiyeti seven bir adamım ama hoca olmayı düşünmüyorum çünkü hoca olmak bu devirde çok akıllı bir iş değil. Çok adaletli bir sistemin olduğunu düşünmüyorum o yüzden belki futbolun içinde gençlerle ya da A takımla sportif direktörlük gibi bir görev düşünüyorum.
Biraz daha güncel konulara değinmek istiyoruz. Euro 2016’da aldığımız kötü sonuçlar ve elemelerde aldığımız kötü sonuçlar milli takım açısından iç açıcı değildi. Milli takımımız hakkında neler söyleyebilirsiniz, neden bu duruma düştük?
Milli takım hakkında şunu söyleyebilirim sistem çok önemlidir, yani bugün Başakşehir çok konuşuluyorsa Abdullah hoca orada en uzun çalışan hoca olduğu için bir sistem oturdu ve orda tıkır tıkır işliyor. Ama maalesef milli takımda başarısızlığa tahammül yok. Günlük başarının peşindeyiz ve sistemi günlük başarıya göre endekslemiş durumdayız. Ben şuna inanıyorum eğer uzun vadeli projeler yapılırsa bu her zaman bize katkı sağlar ve başarı getirir. Yılmaz Özdil’in dediği gibi Sir Alex Ferguson, “Sir” unvanını alabilmek için kaç tane kupa almış onu araştırdığınız zaman anlıyorsunuz. Yani adam yıllarını vermiş ve “Sir” unvanını öyle almış. Ama bizim ülkemizde bir hoca bir kupa alıyor ve Yılmaz Özdil’in dediği gibi “imparator” lakabını alıyor, ben buna karşıyım. Bugünün futbolcuları da öyle, iki tane çalım attığı ya da on tane gol attığı zaman kral oluyor ama bir gün kötü oynadığı zaman yerin dibine sokuluyor işte bunları yapmamak lazım. Gerçekten biri çok yetenekli, çok başarılı ise sonuna kadar gurur duyulmalı örneğin Arda Turan. Bence Türkiye’nin şu an gururu, ne kadar kendi hayatında kendini ilgilendiren şeyler yaşasa da o bizim her zaman gururumuz ve devam etmektedir çünkü bizi Barcelona da temsil eden kişi. Günlük başarıdan ziyade uzun vadede bizi mutlu eden şeylere bakmak lazım.

Yine güncel konulara bağlı olarak son dönemlerdeki bu yabancı kuralı tartışması çok yoğun bir şekilde yapılıyor sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Benim fikrim şu, şuan benim takımımda 31 kişiyiz beş – altı tanesi daha çok genç, 15 – 16 yaşında; diğerleri 19-20 yaşında bu çocukların hepsiyle ben her gün konuşuyorum ve şunu anlatıyorum. Bu Allah vergisi bir yetenek ve bir kabiliyettir, siz ne kadar çalışırsanız o kadar ekmeğinizi bu işten kazanabilirsiniz. Futbolun dünü yoktur, yarını çok önemlidir. Bu yabancı kuralıyla beraber açıkçası onların şansı da biraz zorlaştı. Yabancı kuralı çok değerli ise bu gençlere yönelikte kurallar koyulmalı. Mesela 14 tane yabancıya serbest veriyorsanız en az dört tane altyapıdan oyuncuya kadroda bulundurma şartı koymalısınız, iki tanesi sahada olmalı gibi kurallarda yanına getirin ki paralel bir başarı getirsin sonucunda. Ben yabancı kuralına karşı değilim, çok yetenekli adamlar yine gelsin ama bunu yanına o zaman Türk futbolcusunu değerli kılacak şeyler yapılmalı. Mesela altyapıdan çıkacak oyunculara da yer edinilsin kadrolarda.
Son olarak ülke futbolunun şartlarını çok yakından bilen tecrübeli bir isimsiniz. Genç oyunculara tavsiyeleriniz önerileriniz nelerdir ?
Futbolculuktan önce yani futbol bir kabiliyet işidir. Allah’ın verdiği yeteneği ne kadar iyi kullanırsanız hayatınız boyunca genç yaşlarda güzel yaşayıp ailenizle, sevdiklerinizle mutlu, huzurlu maddi, manevi her zaman onurlu, gururlu bir hayatınız olur. Ama bunun dışında söyleyebileceğim tek bir şey var: ne olursa olsun iyi bir birey olmaktan geçiyor her şey. Sonuçta ahlaklı, karakterli , ailesine saygı gösteren, toplumda yeri olan büyüğüne saygıda küçüğüne sevgide kusur etmeyen bir birey olmak ondan sonra futbol bir meslektir. Ama bu mesleğin içine girdikten sonra en önemli şey Allah’ın size verdiği yetenekleri doğru zamanda doğru yerde gösterebilmektir.
               
Röportajı aynı zamanda şuradan dinleyebilirsiniz:

Barış Telli Röportajı

Lise dergimizin ilk sayısında ampute futbolun yıldızı Barış Telli'yle güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Yoğun temposunda zaman ayırdığı ve sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için tekrardan teşekkür ederiz. Keyifli okumalar:


Öncelikle Barış Telli kimdir diye sormak istiyorum. Biraz kendinizden bahseder misiniz?
1989 Kırıkkale doğumluyum. 4 yaşında futbol topunun peşinden koşacağım diye sağ ayağımı kaybettim. Bu bir başlangıçtı benim için, hiçbir şey bitmiş değildi. Doğal olarak çocukluk olduğu için hiçbir şeyin farkında değildim. Ayağımı kaybettiğim gün ise bir 23 Nisan günüydü. Bu bana verilen bir hediye idi. Daha sonra ilkokula giderken jimnastik takımına katıldım. Okulumu temsil ederek birçok insanın takdirini kazandım. Spora devam etmiş oldum.  Okulda sadece engelli olarak ben vardım. 23 Nisan, 19 Mayıs gibi günlerde gösteriye çıktım. İki elin üstünde durma, taklalar atma gibi hareketler gösterdim. Hiçbir zaman spordan kopmadım. O dönemde bile futbolcu olma hayalini kuruyordum. Ayağımın olmadığını ben de fark ediyordum ama hayallerimin önüne geçeceğine inanmıyordum. Hayallerimden hiçbir an vazgeçmedim. Ampute futbol ile lise hayatımda Beden öğretmenim Bekir Murat Altıntaş ile tanışmış oldum.

Ampute futbola başladığın dönemde en büyük desteği kimden aldınız?
Annem ve babamdan aldım. Sonuçta ailem olarak beni sosyalleştirmek için birçok yere götürdüler.
Ben evden çıkmayan birisi idim. Misafir geldiğinde annem ve babam "Hadi git de misafirlerin elini öp." tarzında şeyler söylerdi. Gerçekten beni topluma kazandırmış oldular.

Biraz turnuva dönemine gelmek istiyorum. Türk A Milli Futbol Takımının Dünya Kupası’na gidemediği dönemde Ampute Milli Takımımızın Avrupa şampiyonluğu ile tüm Türkiye halkını gururlandırdınız. Bu turnuvada neler yaşadınız ve takım içinde motivasyonunuz nasıl şekillendi?
Ben de sorunuza soru ile cevap vereyim o zaman. A Milli Futbol Takımımız iyi sonuç alsaydı bizim sonucumuz ülke basınında gündeme çıkabilir miydi? Şöyle devam edeyim. Ben 13 yıldır futbol takımı içerisinde oynuyorum ve her sene Avrupa, Dünya şampiyonlarına katılıyoruz. Eskiden bir başarı kazandığımızda bunu sadece ailemiz, arkadaşlarımız biliyordu. Haberlerde 3-5 saniyeliğine çıkıyordu. Tabii şimdi haber olmamızda TRT’nin katkısı da çok büyük. Atletizm ile de uğraştım. Çok çalıştım. Sabah atletizm, akşam ise futbol antrenmanına çıkıyordum. Simit bile sattığım olmuştu. Çünkü benim hayallerimi gerçekleştirmem gerekiyordu. Tabii bu turnuvada yani bu süreçte yanımda olanlar ve olmayanlar, arkamdan konuşanlar ve konuşmayanlar, inananlar ve inanmayanlar bende saklı. Kimlerin yapmacık olduğunu çok iyi tespit edebiliyorum. Ama hiçbir zaman insanları kırmamışımdır. İnsanları olacağına inandırmak ve bana ‘’Yapamazsın.’’ cümlesini yıkmam gerekiyordu. Daha da hırslanıyordum. Elimden geleni yapıp bunu izleyenlerin görmesini bekliyordum. Çok büyük sakatlıklar da yaşadım. En büyüğünü geçen sene yaşadım. Doktor bana futbol hayatın bitti demişti. Ben pes etmedim. Hayallerim vardı. Bu turnuva sürecinde yanımızda olan tüm federasyonlar ve tüm halkımızın desteği ile kazandık. Günde çift idman çok zordu. Sosyal hayat kesinlikle kalmıyordu. O günden sonra Arjantinli gibi sokağa çıkıyorken artık bir futbolcu gibi çıkıyorum. İnsanlarin tepkisi sayesinde kazanmanın verdiği gururu yaşıyoruz. Teknik direktör olsun emeği geçen herkesin terine sağlık.

Şampiyonanın finalini Vodafone Park’ta ve yaklaşık 40.000 kişi önünde oynadınız. Son goldeki asisti de siz yaptınız. O anki atmosfer hakkında neler söyleyebilirsiniz?
En başından beri sahaya inip bir tur atmak istiyordum. Hayallerim ile paralel durumlar bunlar. Soyunma odasını düşünüyordum. Hayalimde krampon seslerini dahi duyardım. Onu bir Vodafone Park gibi hissettim. Duamı edip sahaya çıktım fakat ilk çıktığımızda stadın bazı bölümlerinde kapılar açılmamış. Yani bir kısmı açılmamış herhalde kale arkası. Ben dedim sadece bu kadar kişi mi? Ama bu stad dolmalıydı. Bir ara kafamı kaldırdığımda akın akın insanlar geliyordu. Çok güzel bir duygu idi. O hep bir ağızdan “Türkiye” sesleri unutulmazdı. Daha sonra o stadyum full olmaya başladı. Maç içerisinde ise çoşkulu tezahüratlar yapılıyordu. Öyle güzel insanlar destekliyordu ki bizi bunun Beşiktaşlısı, Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı hepsi kol kolaydı. Biz hepsini bir araya getirdik. Bu da çok güzel bir durum . Konuşulacak ve anlatılacak o kadar çok şey var fakat duyguları anlatmak çok zordur. 

Turnuva sonrası hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Ufak bir anımdan bahsedeyim . Bugün dışarıda iken arkamdan biri ‘’Barış Telli’’ diye seslendi. Bu durum beni çok sevindirdi. Sarıldık ve sonra fotoğraf çektirdik. Biz sadece o kupayı kaldırmadık, biz farkındalık yarattık. Gerçekten çok çok önemliydi. Umutsuz olan insanların belki de bakış açılarını değiştirdik. Geleceğin sizler gibi öğrencilerini değiştirmek bizim için önemli olandı. Çok iyi bir mesaj verilmiş olundu. Mutluyuz.

Ülkemizde Ampute futbol kavramı daha çok Milli takım üzerinden biliniyor ama bir de yerel bir ligimiz var. Türkiye’deki ligimizin diğer ülkelere kıyasla ampute futbol liglerine göre yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Bazı ülkeler cidden çok çok iyi destekliyorlar. Mesela Manchester gibi büyük takımların ampute takımı var ama bizim dört büyüklerimizin yok. Güzel sürprizler bizi bekliyor. Ben bunun farkındayım. Çünkü bu camianın bizi yalnız bırakacağını düşünmüyorum. Bu şekilde bize imkan verildikten sonra bir şekilde engelli kardeşlerimizin sosyalleşmesini sağlarsak ne mutlu bize. Eskiden acır gibi bakarlardı. Şimdi ise durum farklılaştı. Destekleyen herkese yeniden çok teşekkür ederim.  

Takım arkadaşınız Rahmi Özcan, 2015 yılında verdiği bir röportajda ampute futbol için tesis yetersizliğinden bahsetmişti. Hala bu sorun devam ediyor mu, yoksa onun için çalışmalar yapılıyor mu?
Aslında bu bir kaybımızdı. Bizi belediyeler destekliyor. Hiçbir para almadık ilk başta. Daha sonra asgari ücret falan başladı. O zaman da tesisimiz yoktu. Tek bir tesisimiz var. Orası da ampute futbolumuzun doğduğu yer. Bursa’dan bir tesis sözü aldım. İmkan verilmesi gerekiyor sadece. Konya’dan da bir tane gelebilir. Önceden bir şekilde es geçiliyordu. Şimdi inşallah olur.

Her futbolcunun idolü vardır. Sizin idolünüz kimdir?
İlk olarak Messi diyebilirim. Dünyadaki idollerden bir tanesi. Amputeye başlamadan önce Ronaldinho izlerdim. Video aracılığı ile Hareketlerini yapmaya uğraşırdım . Messi ve Ronaldinho çok büyük futbolculardır. Bir işi yapıyorsan en iyisini yapacaksın.

Futbol dışındaki Barış Telli nasıl biridir ve neler yapar?
Futbol dışında zaman kalmıyor. Evde uyuyorum genelde. Olsun hayatım spor olsun. Aynı zamanda beden eğitimi öğretmeniyim. Yine farklı bir algı vardı. Ben bu algıyı yıktığımı düşünüyorum.

Gençlere verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Kimse hayallerinden vazgeçmesin.

Röportajı aynı zamanda şuradan dinleyebilirsiniz: